22 MART DÜNYA SU GÜNÜ VE 23 MART DÜNYA METEOROLOJİ GÜNÜ
DOĞA İLE UYUMLU, ÇEVREYE DUYARLI KAMUSAL ÖNCELİKLENDİRMELERİN OLDUĞU YAŞABİLECEĞİMİZ BİR ÜLKE ÖZLEM OLMAMALI
22 Mart tarihi, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ilan edildiğinden bu yana 30 yıldır, "Dünya Su Günü" olarak kutlanmaktadır. Ulusal ve uluslararası etkinliklerde temiz ve güvenilir suya erişim ile küresel su kriziyle mücadele ve önemi vurgulanmakta, iklim krizi ile hızlanan su kıtlığına dikkat çekilmeye çalışılmaktadır.
Tüm dünyada her yılın 23 Mart günü “Dünya Meteoroloji Günü” olarak kutlanılmaktadır. Dünya Meteoroloji Teşkilatı (WMO), 23 Mart 1950'de imzalanan kuruluş Sözleşmesinin yürürlüğe girmesini her yıl tüm dünyada belli bir konu ve çeşitli etkinlikler ile anmaktadır.
Su, İklim Değişikliği, Kuraklık ve Doğa Kaynaklı Afetler konusunda farkındalığı geliştirmek amacıyla, Birleşmiş Milletler tarafından, 22 Mart Dünya Su Günü, 23 Mart ise Dünya Meteoroloji Günü olarak ilan edilmiştir. 2023 Dünya Su Günü teması “Ortaklıklar ve İşbirliği Yoluyla Değişimi Hızlandırmak” olarak belirlenmiştir. Meteoroloji Günü teması ise “Nesiller Boyunca Hava, İklim ve Suyun Geleceği' olarak seçilmiştir.
Dünyada “Sera gazı” üretiminin sürekli artması nedeniyle, insan kaynaklı iklim değişiminin uzun yıllar süreceği, bu durumun ekstrem meteorolojik olayları artırdığı ve daha da artıracağı bilinmektedir. Ancak önleme ilişkin adımların atıldığını söyleyebilmek ise mümkün değildir.
Dünyada olduğu gibi iklim krizinden kaynaklanan kuraklığın etkisi, ülkemizde de her geçen gün artmaktadır. Uzmanlar su kıtlığı ve tarımsal kuraklık tehlikesine karşı önlem alınması uyarısını yapmaktadırlar. İvedilikle önlem alınmazsa çok daha kötü sonuçlarla karşılaşacağımız aşikardır.
Buzulların erimesi, kar yağışlarının azalması, yağış rejimlerinin ve rüzgar düzenlerinin değişmesi, yüksek buharlaşma gibi sonuçlara sebep olan iklim değişikliği, bazı bölgelerde kuraklık, bazı bölgelerde ani sel baskınları yaratmaktadır. Bununla birlikte yeraltı suları, baraj ve göl gibi tatlı su kaynaklarında yağış rejimlerine bağlı olarak meydana gelen değişimler insan yaşamı ve ekonomi için bir risk oluşturmaktadır. Tarım, endüstri, turizm ve kentsel alanlar gibi su tüketiminin ciddi seviyelerde olduğu alanlarda su miktarında ve kalitesinde meydana gelen değişimler sağlık ve ekonomi açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir.
2023 yılı için seçilen ana tema konuları; geçmişteki konular ve yapılanlar ile birlikte ele alındığında, hava kirliliğinin sürekli artması, doğal alanların yok edilmesi ve su kaynaklarının kısaca suyun korunması konusunda yapılan/yapılacak eylem planlarını işaret etmektedir.
Dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri her yıl belli dönemde temiz su kaynaklarına erişim sağlayamamaktadır. Su kaynaklarının korunması, suyun sürdürülebilir yönetimi kamunun temel görevidir. Çevre, iklim, tarım, gıda, toprak su politikalarında bir an evvel katılımcı bir yaklaşım benimsenmeli ve başta kamu kurumu niteliğinde meslek odaları olmak üzere bilim insanları ve ilgili kesimler sürece dahil edilmelidir. Gerekli bilgi paylaşımını sağlayacak yaklaşım geliştirilmelidir. Su yönetiminde su israfının önlenmesi yönünde tedbirlerin alınması ve tüketici bilincinin artırılması için daha etkin farkındalık yaratma çalışmaları yapılmalıdır.
İşte bu nedenle barajlar ile göz göre göre, HES?ler ile sermaye lehine bile bile suyun önünün kesilmemesi gereğini, temiz ve ucuz su kaynaklarına erişimin vatandaşlık hakkı olduğunu yetkililere bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Kentlerin planlanmasında özellikle sanayi alanlarının yerleşimlerinin yanı sıra tüm büyük yapılaşmaların etkileri nedeniyle hava kirliliğinin sürekli arttığı bilinmektedir. Hava kirliliğinde özellikle ulaşımın etkisi bilinirken bu konuda da yeterli adımların atılmaması ise ayrı bir sorundur.
Arazi kullanımlarının geri dönüştürülemeyecek şekilde bozulması, doğal alanların ne kadar acımasızca tahrip edildiğine ilişkin çok büyük bir örnektir. Dünyanın her yerindeki ekstrem hava koşulları nedeniyle yaşanan sorunlar insanlığın çözmesi gereken en büyük sorun olarak karşımızdadır. Arazi kullanımında meteorolojik değerler dikkate alınmadığında, olağan olayların bile nasıl afete dönüştüğünü görmekte ve her geçen gün daha da ağır bedeller ödeyerek yaşamaktayız.
İklim değişimi dikkate alınarak, tarım başta olmak üzere kentleşme gibi alanlarda nasıl bir politika oluşturulacağı konuşulurken, mevcut iklim unutulmaktadır. Oysa günümüzde meteorolojik olaylara bağlı olarak yaşanan afetlerin asıl nedeninin iklim değişikliğinden değil, mevcut iklime uygun planların ve yapılaşmaların olmamasından, dolayısı ile yanlış arazi kullanımlarından kaynaklandığı bilinmelidir.
Dünya Meteoroloji Günü 2022 yılı; “Erken Uyarı ve Erken Eylem: Afet Riskinin Azaltılması” olarak seçilen ana tema tamda şu günlerde yaşamış olduğumuz Adıyaman ve Şanlıurfa sel felaketinde sorun ve çözüm önermesinin önemini bir kez daha açığa çıkarmaktadır. Ancak ülkemizi yönetenler; ne depremde nede selde bu temalara uygun önlemler almamışlardır.
Doğa ile mücadele ederek değil, doğaya uyumlu yaşamak gerekir. Doğaya uyum için plan, proje ve tarımsal üretimler başta olmak üzere tüm faaliyetler bilime uygun olmalıdır. Mühendislik ve mimarlık çalışmaları yürütürken bilimi, tekniği kamu çıkarlarını önceliklendirerek planlamayı faaliyetlerinin merkezine koymuş olan TMMOB ve bağlı meslek odalarının görüş ve önerileri dikkate alınmalıdır.
Dana önce de ifade ettiğimiz üzere; yaşanan afetler, iklim krizine karşı doğamızı, kırsal alanlarımızı, kentlerimizi daha dirençli hale getirmemiz gerektiğini göstermiştir. Bu kapsamda acil olarak yapılması gerekenler:
- Yanlış su yönetimi, suların ticarileştirilmesi ve HES politikaları sonlandırılmalıdır.
- Dere yataklarının acilen rehabilite edilmesi, üzerlerindeki yapıların kaldırılması, servis yolları ve yeşil alanların oluşturulması ve tekrar yapılaşmaya açılmaması için Anayasal koruma sağlanmalıdır.
- Büyükşehirler başta olmak üzere, tüm yerleşim birimlerinde ayrık sistem kanalizasyon altyapısı oluşturulması için yerel yönetimlere yeterli kaynak ayrılmalıdır.
- Atık suların uygun yöntemlerle arıtılarak yeniden kullanılması sağlanmalıdır.
- Su ihtiyacını karşılamak amacıyla yeraltı sularının izinsiz olarak kullanılmaması için gerekli denetim ve çalışmalar yapılmalıdır.
- Türkiye’nin de imzacısı olduğu, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, Ramsar (Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar) Sözleşmesi ve Avrupa Peyzaj Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler uygulanmalıdır.
- Paris İklim Anlaşması onaylanarak, sera gazı emisyonları kademeli olarak azaltmalıdır.
- Evsel, endüstriyel ve kamusal hizmet alanlarında tüketilen su oranları izlenerek tasarruf bir zorunluluk haline getirilmelidir.
- Tarımsal üretimde doğru sulama teknikleri kullanma zorunluluğu getirilmelidir.
- Tüm kalkınma ve imar plan ve programları, toplum yararı ve sosyal devlet anlayışıyla bilim insanlarının, meslek odalarının, akademik kuruluşların ve tüm ilgili kesimlerin koordinasyonu ve işbirliği sağlanarak hazırlanmalıdır.
Üzülerek görüyoruz ki tüm uyarılarımıza rağmen, içilebilir su kaynaklarımızın tükenmesine ve doğal afet kaynaklı yıkımların artmasına sebep olan merkezi ve yerel yönetim politikalarında ısrar edilmektedir. Doğanın metalaştırılmasının bir insanlık suçu olduğunu, sağlıklı ve temiz bir dünyada yaşamanın ekonomik kaygılardan bağımsız bir hak olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz.
TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu olarak, kapitalizmin doymak bilmez kar hırsına karşı tüm canlı yaşamın hakkını savunuyoruz. Bu mücadelemiz asla tek bir günle ya da bir haftayla sınırlı kalmayacak, toprağımız, ekmeğimiz, emeğimiz ve sularımız özgürleşene kadar devam edecektir. Canlı yaşamını ve çevreyi yok sayan rant politikalarına bağlı doğa katliamları devam ettikçe, afetlerin engellenmesi mümkün değildir.
Doğa İle Uyumlu, Çevreye Duyarlı, Kamusal önceliklendirmelerin Olduğu Bir Ülkede Yaşamak Artık Bir Özlem Olmamalı…
Mehmet Ali ELMA
TMMOB
Kocaeli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri